Aşk ki, bir insanın yalnız gönlüne değil aklına, düşüncesine, tikel istencine, kısacası bütün duyularına, tinsel güçlerine egemendir. Sürekli olarak kuşkular, kuruntular içinde bulunmaktan hoşlandığından kulak ve göz her işittiği, her gördüğü şeyi onun yapısına göre işitip görmeye, düşünme gücü her kararını onun isteğine göre vermek zorundadır.
Bihruz Bey’i, birkaç zamandan beri düşünce ve özlemlerinin aldığı ciddi biçime göre, bir âşık saydığımız halde, yalancı Keşfi Bey’den işittiği kara haberlere inanıverdiğinden dolayı haklı görmemiz gerekir. Özellikle Periveş Hanım’ın iki aydan beri hiçbir gezinti yerinde görülememesinden çıkan sonuç, Keşfi Bey’in, o koca manitörün haberlerinde yalan bulunmak olasılığı, zavallı Bihruz Bey’in aklından hiç geçmedi değilse de aşk, o kuşkudan, coşkudan, acıdan hoşlanan, o yalnızlıklara, üzgülere, o karanlıklara, yaslara eğilim gösteren, o derin derin kendinden geçmelere, gizli gizli ahlara, sine sine ağlamalara düşkün olan aşk, hemen o olasılığın önüne geçerek zorlayan aldatıcı bir dille:
“İşittiğin doğrudur. İnan, inan ki durum yamandır. Ağla ki, avunması olanaksız bir felâket içindesin. Yan yakıl ki ilacı bulunmayan bir derde uğradın. Ah! La bêl blond, ele mort. (Çünkü Bihruz Bey’in aşkı, Fransızca da öğrenmişti). Evet, o sırma saçlı, ela gözlü melek, o güneş yüzlü, ceylan bakışlı güzel, o tatlı sözlü, nazlı salınışlı güzel, o somutlaşmış incelik, o kişileşmiş zariflik, o yürüyen ruh, o zavallı yeniyetme kız. Ah! Ne söyleyeyim? İşte o şer adore gitti. Yazık, yazık! O yeni açmış sarı gül soldu. O, on sekiz baharın parlaklığı taze fidan kurudu. O güzellik burcunun parlayan dolunayı sonsuza dek tutuldu. O, evrenin güzellik ve alımlılık süsü olan ışıklı yüz, bütünüyle mezara düştü. Heyhat heyhat!
Ya ben ne olacağım. Ah! Ben de onun gibi can verip gidebilsem. Benim için ne büyük bir mutluluk olurdu. Oysa ben ölemeyeceğim. Ben sürekli bir can çekişme içinde, sürekli olarak yıllarca acı çektikten sonra yarı ölü ve perişan olacağım.
Bundan böyle acılarımın ve umutsuzluğumun gezinti yeri ıssız ovalar, bundan böyle benim konaklama yerim karanlık ormanlar olacak. Bundan böyle gece gündüz yas dadısının kucağında sessiz sessiz ağlamaktan başka bana yapacak bir şey kalmadı. Ya sen ne olacaksın? Sen de beni talihsiz başından atıp o küskün ve acılı yüreğinden çıkarıncaya değin benimle birlikte işkence çekeceksin. Oysa ben, senin başından kolay kolay atılmayacağım. Oysa ben, senin yüreğinden kolay kolay çıkmayacağım. Her gece sabahlara dek seni uykusuz bırakacağım. Her gün akşamlara dek seni ıssız ve üzüntü verici yerlerde dolaştırıp, güçten kuvvetten düşüreceğim. Sana her dakika yetimler gibi ah ettirip seni her saat gurbettekiler gibi ağlatacağım. Ah uçtu, gönlümün umduğunu arayan o kırlangıç uçtu. Ah, söndü dileğin yaktığı can mumu söndü! İşte bak, ben ağlıyorum. Senin gözlerin niçin yaşsız duruyor? Sen de ağla, ağla bakayım! Ha şöyle! Ooooh, ağla ağla!
Boyut Yayınları, s.191-193