Mektubunu bugün aldım. İki kez okudum. Şimdi, akşama doğru, hava kararırken, bir kez daha okumaya başladım. “Duygusallaşma, ihtiyarlığın başlangıcı değil mi?” tümcesine kadar geldim ve bunun altını çizdim.
Artan aciliyet ve boğucu zaman kaygısının hakim olduğu bir kültürde, hayatımızın özünden çekildiğimizi hissetmemiz şaşılacak bir şey değil.
GEÇMİŞ, HER ZAMAN tartışmalıdır. Geçmişe gönderme yapma yetkisini bellek ve tarih aralarında paylaşamazlar. Çünkü tarih anılara her zaman güvenemez, bellekse hatırlama haklarını (yaşam, adalet, öznellik hakları) merkeze almayan bir yeniden inşadan kuşku duyar. Geçmiş üzerine bu iki bakış açısı arasında kolay bir anlaşma sağlanabileceğini düşünmek iyimser bir istek, hatta bir klişedir. Geçmiş, kamusal ya da
Beni odana götür ve düz. Senin sözcük dağarcığında insanda arzu yaratan tarifsiz bir şeyler var. Philip Dick, Le Bal des Schizos Turning everything into reality Jimmy Cliff Gözaldatım, gerçek uzamın bir boyutunu yok eder ve onu baştan çıkarıcı hale getirir. Oysa tam tersine porno, cinselin uzamına bir boyut ekleyerek onu gerçek anlamda daha gerçek hale
James Baldwin 1962’de “Yaratıcı süreç ve sanatçının topluma karşı sorumluluğu üzerine” adlı yazısında, “Bir toplum istikrarlı olduğunu varsaymalıdır, ancak sanatçı bilmeli ve bilmemize izin vermelidir ki cennetin altında istikrarlı hiçbir şey yoktur,” diye yazmıştır. Iris Murdoch ise bundan on yıl sonra, edebiyatı hakikatin bir aracı, sanatı da direnişin bir gücü olarak görüyor ve “zorbalar sanattan
Çağımızda aşk nedir, ne değildir? Bir sürü kavramı toparlarken dağıtıyoruz ister istemez. Ama aşk konusunda bu tür tanımlara kalkışınca işler daha bir sarpa sarıyor. Öyle ki “günümüzde aşk” deyince, gülmek geliyor içimizden. Neden? Galiba yıllar yılı “tek tip” bir aşk düşündüğümüzden. Aşkın mekânını, zamanını, onu yaşayanların sınıfsal özelliklerini hesaba katmadan “aşk”ı yücelttiğimizden. Eski Yunan’da aşk,
Regine’m! Mektup bekliyordun benden, bugün tam üç hafta oldu, bense yazmadım. İyi ama bu mektubu kime güvenip emanet edebilirdim ki? “Pınardaki Kemancı” şiirini anımsarsın. Büyük güzellikler içerir; benim de özellikle hoşuma giden şey şairin yalnızca “ormanın çevik dansçıları”na, balığa, kuşa, fareye güveniyor oİması. Çok iyi biliyorum, bütün bunlar şiirin içinde bulunmuyor ve eğer şu ya

Edip Cansever — Umutsuzlar Parkı

I Biliyorsunuz parklarınSizi çağıran taraflarıİnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlıOrada saklanıyor onlarÇünkü her türlü saklanıyorlar oradaBir yağmur öncesinin loş sokaklarıylaDağınık mavisiyle gözlerininSevgi vermez kadın uçlarıylaKorkuya, sadece korkuya sığınmış olarakEskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerininYalvaran bakışlarıyla –nasıl da sevimsiz-En kötüsü, belki en kötüsüBir duygu açlığıyla soluyarakParklara yerleşiyorlar, parklarınOnları çağıran köşelerineBir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyahBacak aralarındanÇömelmiş, öyle sakinSelamlıyorlar“Günaydın” diyorlar atılmış
Kitabı satın almak için Can Yayınları sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Buraya tıklayın. Tanınmış roman yazan R., dağlara yaptığı üç günlük dinlendirici geziden sabahın erken saatlerinde Viyana’ya döndüğünde, tren garından aldığı gazetenin tarihine göz atar atmaz o gün doğum günü olduğunu hatırladı. Kırk birinci, diye geçirdi içinden çabucak ve bu tespit ona kendini ne iyi ne de

Oruç Aruoba: Hegel’in Özgürlüğü

…sanki görev geçmişin kapı bekçiliğini yapmak —ki, dışarı ancak geçip—gitmişler çıkabilsin, olup—bitecekler adım atamasın! Friedrich NietzscheTarihin Yaşam için Yararları ve Sakıncaları Üzerine(Unzeitgemaesse Betrachtungen II, 5) 1.  Felsefe tarihine, ‘eleştiri’ duygusunu bilinçli dizginleyerek bakmaya, felsefenin geçmişini her yönüyle, her yanıyla evetlemeye, hiçbir şeyi dışarıda bırakmamaya çalışma, ‘müteşekkir’ olmaya çalışma, bir yer geliyor, çıkmaza sokuyor kişiyi: Yüzyıllar