“Hamlet, yas tutan bir kimsenin tecrübe ettiği özel türden bir patinajdır: var olmak ve varmış gibi görünmek arasındaki fark…” Joan Didion, keder üzerine yazmış olduğu yazısında “Keder geldiği zaman görürüz ki, o aslında olmasını beklediğimiz şey değildir” demişti. Başa çıkma stratejilerimiz, en fazla kafa karıştıran beklenti başkaldırıları arasında olabilir – hiçbir şeyin tek başına rahatlık
“Bilgiye karşı kesintili bir arzu duyuyorum, fakat ayak basmadığım, bilinmeyen atmosferlerde bulunan suların içerisine başımı sokma arzum daimi ve kalıcı.” Bilge bir insan olan Wendell Berry, cahilliğin şekli konusunu ele almadan bir buçuk asır önce; Jacob Bronowski, belirliliğin karanlık tarafına karşı nasihat vermeden ve bilim adamları “tamamen bilinçli cahilliğin”, insan sürecinin merkezinde olduğunu fark etmeden

Antonin Artaud: İntihar Üzerine

Kendimi öldürmeden önce bana varoluştan yana güven verilmesini isterim, kuşku duymamak isterim. Yaşam, benim gözümde, olguların belirginliğini ve akılda uyumlu biçimde birleşmelerini onaylamaktan öte bir şey değil. Ben, olguların toplanıp birleştiği zorunlu bir buluşma noktası gibi duymuyorum kendimi artık; şifalı ölüm, doğadan ayırarak iyileştiriyor bizi; ama ya ben, olgulara yol vermeyen acıların ürünüysem? Ben kendimi
Sylvia Plath, intiharından 6 ay önce, 30 Ekim 1962’de kendi şiirlerini okuyarak deyim yerindeyse kendi şiirlerini kendi sesiyle ölümsüz kıldı. Sylvia Plath’in daha önce çevirdiğim şiirlerine oluşturduğum şu oynatma listesinden ulaşabilirsiniz. Burada bahsi geçen “Babacığım” şiirinin ise Plath’in en çok bilinen şiiri olduğunu söylemem gerekiyor. Plath babasını, onun kendisini nasıl bir dünyaya hapsettiğini, onu neye
Bradbury, Eames, Angelou, Gladwell, Einstein, Byrne, Duchamp, Sendak ve daha fazlası. “Mutluluk”, “aşk” gibi karman çorman terimlerden bir tanesi de “yaratıcılık” terimi ve bu terimler birçok anlama geliyor olabilme ihtimali taşıdıkları için, hiçbir anlama gelmeme riskini de taşımaktadırlar. Hal böyleyken, tarihin en muhteşem zihinlerinden bazıları yaratıcılığın doğasını yakalama, açıklama, tanımlama, ayrıntılarını bulma ve dikkatle inceleme

Söylendim durdum

Şöyle bakıyorum şehre de, yeşil yeşil bir şey geçiyor içimden. Su mu, çayırlık mı, orman mı? Değil. Yeşil bir şey, zehir yeşili bir şey. Birtakım yeşil renkli zehirlerle zehirlenmiş yeşil bir su. Köpek leşi gibi uyuyor şehir: Yok, öyle değil… Köpek leşi, kokusu yönünden iğrenç, yoksa ölmüş bir köpekte kırılmış bir çocuk oyuncağının hüznünden başka,
“Eğer bir adamın kriz anında geri çekilmiyorsa, kriz gelmeden önce onu eğit.” Georgia O’Keeffe, öncelik belirleme sanatı ve yaşam üzerine düşüncelerini yazarken şöyle demişti; “Herhangi bir derecede ruhsal sertliğe sahip olan bir insanın, en az birkaç ay süreyle en sevdiği şeyler olmadan var olabilme kabiliyetine sahip olması gereklidir.” Bu güzel bir düşünce fakat bizler gitgide
“Her şeyi bilmek çok zordur. Bu yüzden de insanın kendisine güvenmesi imkânsızdır. Hatta neye güveneceğini bilmek bile imkânsızdır.” Thoreau’nun parlak başarı tanımını benimsemeye ve yaratıcı iş gücünün dışsal materyal göstergelerinden çok içsel ödüllerini toplama arayışına girmeye heveslendiğimiz kadar; yaratıcılığın ve ticaretin düğümlerinin çözülmesinin gitgide zorlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Yine de, Amanda Palmer’ın zorlu başarı sorunsalını
Bir ümit hissinin içimi doldurduğu zamanlar olur, sanki orada, zihnimin dış yüzeyinin altında, anlaşılmayı bekleyen şeyler varmış gibi. Hani bir isim tam dilinizin ucuna gelir de bir türlü söyleyemezsiniz, işte bu da o aynı kışkırtıcı his. İnsanları düşündüğümde hissederim bunu, bir yirmilik diş çekilirken insanın aklına geliveren evrime dair izlerde, artık o alıştığı şekilde posalı
Bilgiye “hiyerarşide yükselmemizi sağlayan bir süs” gibi davranan bir kültürde nasıl “bilim karşıtı” olunur? Lincoln Steffens 1925 yılında yazdığı bir denemesinde şöyle yazmıştı; “dünyanın dönmesini sağlayan ve bizleri görmekten, öğrenmekten alıkoyan şey bilgimizdir – yani, emin olduğumuz şeylerdir”. Bu çok doğru olabilir ve ayrıca, en azından Platon’un Mağara Alegorisi eserinden beri de bildiğimiz üzere, “çoğu