Dilsel göstergelerle plastik öğeler arasındaki ayrılık, benzeyiş ile ileri-sürüş arasındaki eşdeğerlilik. Bu iki ilke, klasik resmin gerilimini oluşturur. Çünkü ikinci ilke, dilsel öğenin titizlikle dışta bırakıldığı resme, söylemi (ileri-sürüş ancak konuşmanın olduğu yerde vardır) yeniden sokar. Klasik resmin kendini dil dışında kurmasına rağmen konuşması (hem de çok konuşması), bir söylemsel mekâna sessizce dayanması, görüntü ile
Büyülü Fener’de, Yılanın Yumurtası‘nın başarısızlığının esas nedeninin filmi 1920’lerin Berlin’ini yansıtan bir dekorda çekmem olduğunu yazdım. “Eğer düşlerimdeki kenti var olmayan ve hiçbir zaman da var olmamış, ama yine de yaklaşan bunalımıyla, kokularıyla, gürültü patırtısıyla varlığını ortaya koyan o kenti yaratmış olsaydım, yalnızca tam bir özgürlük ve katıksız bir ait olma duygusuyla hareket etmekle kalmayıp
Artan aciliyet ve boğucu zaman kaygısının hakim olduğu bir kültürde, hayatımızın özünden çekildiğimizi hissetmemiz şaşılacak bir şey değil.
GEÇMİŞ, HER ZAMAN tartışmalıdır. Geçmişe gönderme yapma yetkisini bellek ve tarih aralarında paylaşamazlar. Çünkü tarih anılara her zaman güvenemez, bellekse hatırlama haklarını (yaşam, adalet, öznellik hakları) merkeze almayan bir yeniden inşadan kuşku duyar. Geçmiş üzerine bu iki bakış açısı arasında kolay bir anlaşma sağlanabileceğini düşünmek iyimser bir istek, hatta bir klişedir. Geçmiş, kamusal ya da
Beni odana götür ve düz. Senin sözcük dağarcığında insanda arzu yaratan tarifsiz bir şeyler var. Philip Dick, Le Bal des Schizos Turning everything into reality Jimmy Cliff Gözaldatım, gerçek uzamın bir boyutunu yok eder ve onu baştan çıkarıcı hale getirir. Oysa tam tersine porno, cinselin uzamına bir boyut ekleyerek onu gerçek anlamda daha gerçek hale

Ruh ve Tanrı

İkinci gece ruhuma seslendim:46 “Bitkinim, ruhum, gezginliğim, kendimi kendi dışımda arayışım çok uzun sürdü. Şimdi onca olay geçtikten sonra başımdan, —hepsinin ardında seni buldum. Olaylar, insanlık ve dünya yoluyla yanılgılarım üzerine keşiflerim oldu. İnsanlar buldum. Seni de ruhum, önce insanların içindeki imgelerde, sonra da kendi içinde yeniden buldum. Seni en son beklediğim yerde buldum. Karanlık
James Baldwin 1962’de “Yaratıcı süreç ve sanatçının topluma karşı sorumluluğu üzerine” adlı yazısında, “Bir toplum istikrarlı olduğunu varsaymalıdır, ancak sanatçı bilmeli ve bilmemize izin vermelidir ki cennetin altında istikrarlı hiçbir şey yoktur,” diye yazmıştır. Iris Murdoch ise bundan on yıl sonra, edebiyatı hakikatin bir aracı, sanatı da direnişin bir gücü olarak görüyor ve “zorbalar sanattan
Her teknoloji – tıpkı yeni bir aşk gibi – doğduğunda sonsuz olasılığın coşkusuyla parıldar. Karanlık tarafları ve nihai çöküşü, çılgınca iyimser bir ruh hali için anlaşılmazdır ve biz de her zaman, güçlü bir devrim vaadiyle kültürün manzarasını süpüren bu yeni ortama kapılırız. Çığır açan astronom Caroline Herschel’in yeğeni olan polimat John Herschel, fotoğraf kelimesini 1839

Walt Whitman — Mutluluğa Dair

“Mutluluk nedir? …o kadar olanaksız, sadece bir nefes kadar kısa, kaybolan bir belirti.” Virginia Woolf  “Birisi doğrudan ruh hakkında yazamaz” dedi. “Onu görür ve yok olur.” Yani mutluluk da bozulduğunda parçalanan ruh kadar kaygandır. Filozoflar, bin yıldan beri mutluluğun doğasını düşünmüş, psikologlar da varoluşsal yapı taşlarını ortaya çıkarmaya ve aşamalarını belirlemeye çalışmışlardır. Ama yine de
1950’lerin sonuna doğru Lois Sorrells Beckwith adındaki genç bir kadın, kendini pek çok kitap kurdunun yaşadığı durum içinde buldu: yazara aşık olmak; ancak o yalnızca yazarın yazım şekline değil, yazarın kendisine de aşık olmuştu. Jack Kereoac’u kendisine delice aşık eden kitap, o dönem yeni yayınlanmış olan “Bodrumlar” isimli romandı. Ancak Lois çok az kitap okurunun yapabileceği şeyi